Öne Çıkan Yayın

Türkiye'den Arjantin'e Uzanan Bir Gezi Değil, Bela Yolculuğu!

20’li yaşlarıma henüz başladığım zamanlarda bir çılgınlık sonucu kendimi Güney Amerika’da buldum.  Orada geçirdiğim vakti de daha sonra anla...

27 Aralık 2016 Salı

Ülkemizin Hiç Sönmeyen Ateşi Chimera ( Yanartaş )

Üniversiteyi Antalya'da okumanın getirdiği fırsatlardan sonuna kadar yararlandım. Her hafta sonu Antalya veya çevre illerine kaçamaklar yaparak, bir çok yeni yer ve hikayeler öğrendim. Zaten benim için yolculuk yapmanın en önemli kısmı da bu, yeni hikayeler.


Yaza doğru bizim üniversitenin gençlerinin bir kanı kaynar zaten. Kemer'e, Olimpos'a, Kaş'a ya da Muğla'ya fark etmez, bir şekilde gidip oralarda ki etkinliklere katılır. Biz de beş kişi toplanıp Olimpos Dağın'a gitmeye karar verdik. Ve gittiğimiz akşam Olimpos'a çok yakın olan Yanartaş'a da uğramaya karar verdik. Antalya'nın Kemer ilçesine bağlı oldukça ilgi çekici ve turistik bir yer.

Bir kere kesinlikle terlikle oraya gitmek gibi hata yapmayın. Lori sizin yerinize bu hatayı yaptı ve çekmediği çile kalmadı çünkü. Sizler güzelce spor ayakkabılarınızı giyin öyle gidin. Çünkü stratosfere kadar uzanan bir merdiven var. Allah'ım tırman tırman bitmiyor. Yanımıza şarap almayı akıl edecek kadar keyfine düşkün ama su almayı akıl edemeyecek kadar saf bir grup insan olarak yolumuza devam ettik. Bir de yol üzerinde aydınlatma da yok. Zifiri karanlıkta telefonlarımızın flashları ile çıktık onca yolu. Bir de check-inler falan derken, hepimizin de şarjı bitti. Bir tane fotoğraf çekinmeden döndük resmen.

Sonun da zorlu yolculuğumuz bitti ve yanan ateşlerin olduğu bölgeye gittik. Gece gerçekten güzel görünüyor. Bir çok turistin de uğrak yeri burası. Biz de bulduğumuz bir yere oturduk. Ateşin yanında şarap içmek için. Baktım karşıda ki çiftte su var. Öleceğim susuzluktan, gittim yanlarına dedim ki .

" Merhaba. Biz buraya çıkarken su almadık yanımıza. Baya susadım. Ben size şarap ikram etsem siz de bana su ikram etseniz? "

Bakıyorlar öyle bana. Tabi ben hiç susmadan ve ara vermeden direkt konuya girdiğimden olayı anlamadım. Bizimkiler Rus'muş. Zaten yazın Antalya onların. Biz misafir oluyoruz orası ayrı. Durumu İngilizce anlatınca güldüler başta bir bana. Ama sonra su verdiler. Allah'ım ne hallere düştüm. Kendi ülkem de elin yabancısından su istedim. Ama umurumda değil, çok susamıştım!

Biz sohbetimizi ettik, şaraplarımızı içtik, Ruslardan aldığım suyu kimseye vermedim. Bana ne ulan, zaten rezil olan benim. Şarabını veren de. İnsafsızlar aldı şaraptan. Bizimkiler de suyu vermedim diye bana şarap vermedi.

Aşağı indiğimiz de orada incik boncuk, magnet satan bir amca vardı. Oralara bakarken onunla sohbet etme fırsatım oldu benim de. Bana Chimera'nın hikayesini anlattı. Ama baya yaşayarak anlattı. Çok hoşuma gitti keyifle dinledim. Oraya yolunuz düşerse o amca hemen girişte ki hediyelik eşya standında duruyordu, mutlaka hikayeyi ondan dinleyin. Şimdi size hikayeyi de anlatırdım ama, çenem çok düşük yazı da baya uzun oluyor.

Ama kısaca bahsetmek gerekirse;

Chimera aslan başlı, keçi gövdeli ve yılan kuyruklu ağzından alevler saçan bir yaratıktır. Bellerophontes Likya kralı tarafından Chimera'yı öldürmekle görevlendirir. Kendisi de Pegasus'a binerek onunla dövüşür. Pegasus havalandığında attığı mızrakla Chimera'yı yerin yedi kat dibine yollar. Ama Chimera'nın ateşi yanmaya günümüzde de yanmaya devam eder...

O amca daha iyi daha heyecanlı anlatıyordu yahu!



Kaz Dağlarında Devam Eden Şaman Adetleri: Tahtakuşlar Köyü

Bu yaz yaptığım yolculuklar arasında bana ilginç gelenlerden biri de Edremit'e 17 km mesafede bulunan genelde alevi köyü olarak bilenen Tahtakuşlar köyünü ziyaret etmek oldu. Köyü en ilginç kılan özellikler ise bazı şaman adetlerini hala devam ettiriyor olmaları ve Türkiye'nin ilk özel etnografya müzesine sahip olması.


İlk başta küçük ve sıradan gibi görünen bu köy, biraz keşfettikçe ve orada ki yaşlı teyze ve amcalarla sohbet edince aslında öyle olmadığını gösteriyor. Güzel gözlememi ve sıcacık çayı içerken dinledim bazılarını. Her ne kadar Alevi köyü olarak bilinse de Şamanizmin etkilerini de görebilirsiniz bu köyde. Şaman ayinleri düzenlenirken genellikle kimseyi almıyorlar. Ancak belki küçük bir istisna da bulunabilirler belki, şansınızı deneyin derim! Ayrıca ben yerel insanların anlattıkları hikayelere de bayılırım. Sanki gerçekten oradaymışım gibi hissettirir bana hep...



 Gelelim müzeye. Mutlaka uğramanız gereken bir yer. Alibey Kudar adlı bir öğretmen tarafından kurulmuş, küçük sevimli bir müze kendisi. Ayrıca Türkiye'nin ilk özel etnografya müzesi oluyor. Orta Asya'dan Türkiye'ye göç etmiş Türk boylarının ilginç kültürel miraslarını burada görebilirsiniz. Birbirinden değişik kıyafetler, kullanılan aletler ve çadırlar bulunuyor. Ayrıca Kaz Dağları efsaneleri de bu müze de yer almakta.

Bir de Tuncel Kurtiz bu köye defnedilmek istemiş ama köyün ihtiyar heyeti bunu kabul etmemiş. Haberlere çıkmıştı bu olay. Neden kabul etmemişler bilemedim. Orası da beni aşar zaten, var demek ki bir bildikleri. Okuması, yazması keyifli de böyle şans eseri keşfetmenin tadı da bir ayrı. Gidin, gezin görün! Ama önce okuyun... :))



Arjantin'de Nasıl Süründüm!

İlk yazımda size bir giriş konuşması tadında yazı hazırlamıştım hatırlarsanız. Hatırlamıyorsanız da ayıp ediyorsunuz. Hemen linki veriyorum. Okuyunuz..

http://lorieninseyahatgunlukleri.blogspot.com.tr/2016/12/turkiyeden-arjantine-uzanan-bir-gezi.html?spref=fb

Buenos Aries'te 3. günüm. Param yok. Sinirlerim bozuk. Cüzdanımı kim çaldıysa Allah belasını versin diyip duruyorum sürekli. Sabah uyanıp kahvaltı etmek için otelin restoranına indim.Kahvaltılık bir şeyler bakıyorum kendime, tabağımı doldurup bir masaya oturdum. Ama hala gözlerim dolu dolu. Biri geldi yanıma " Oturabilir miyim" diye sordu.  " Tabi" dedim ben de. En kötü beni kahvaltı bıçağıyla doğrar zaten. Ama baya sevimli birisi kendisi Meksikalı ve ismi Jerenimo. İsmi çok hoşuma gitti ya. Zaten orda kaldığım günler boyunca her sabah restorana indiğim de Jerenimoooooooo diye bağırarak indim. Zaten çocuk 2. günün sonunda bıktı bu espriden. Ama ben devam ettim.

Jerenimo sağolsun o gün baya yardımcı oldu
bana. Birlikte şehri gezmeye gittik. Sahile indik beraber. Hayatımda ilk defa okyanus gördüm. Çok değişik hissettim. Başta suya girmek istemedim. Köpek balıkları beni yiyecek diye ortalığı birbirine kattım. Sonra beni ikna ettiler ben de bir daldım, ay çok tuzlu bu su diye söyledim. Dudaklarım on kilo çekirdek yemişim gibi şişti tuzdan. Çok fazla açılmadım ama saatlerce yüzdüm. Yine de çok keyif aldım.

Arama Sonuçları

Cüzdanımın Bulunduğu An
Karnımız acıkınca bir angusçuya gittik. Zaten Arjantin angusu ile meşhur. Bana çok ağır geldi. Ama yolunuz düşerse deneyin derim tabii. Akşama doğru otele geri döndük üstümüzü değiştirmek için. Otele vardığımda resepsiyonda ki görevli bana seslendi. Cüzdanım bulunmuş. Allah'ım geberdim mutluluktan. Nakit param yoktu elbette ama kartlarım yerindeydi en azından. Ona da şükür. Zaten çok fazla nakit para almamıştım yanıma. Bir sevinçle odama çıktım. Güzelce hazırlanıp bu akşam içkiler benden dedim. Ama demez olaydım. Jerenimo dokuz tane bira içti. Sinirlerim bozuldu artık. O sarhoş oldu deli gibi eğlendi. Bense yuh ya dokuz bira içme ne ulan! diye söylendim. Öylece otele geri döndük.

Ertesi gün otelde tanıştığım Yunan çift Korina ve Vagelis ile beraber havuza çıktım. Havuzda biraz yüzüdükten sonra canım çok sıkıldı, odama ineyim dedim. Merdivenlerin başında odamın anahtarını havuzun orada unuttuğumu fark ettim. Ani bir şekilde geri dönünce sinek gibi cam kapıya yapıştım. Öyle bir ses çıktı ki, orada güneşlenen bir İspanyol korkudan şezlongundan kendini yere attı.Suratım uyuştu ama öyle böyle değil. Elimle burnumu kapadım hemen. Bir kova kan aktı. Oradakiler hemen yanıma geldiler. Biri suratıma bakınca dehşet içinde kaldı. Burnum resmen sola yatmış çünkü. O an düşüp bayıldım. Beni bir hastaneye götürdüler. Xray falan çektirdim. Doktor burnumun kırıldığını ve ameliyat olmam gerektiğini söyledi. Açıkçası böbreğimi kaptırmaya pek niyetim olmadığından kabul etmedim. Burnuma koca koca tamponları tıkıp beni geri yolladılar haliyle. Mecbur o günün odamda yatıp, televizyonda ki aptal bir pembe dizi izleyerek takıldım.








25 Aralık 2016 Pazar

Türkiye'den Arjantin'e Uzanan Bir Gezi Değil, Bela Yolculuğu!

20’li yaşlarıma henüz başladığım zamanlarda bir çılgınlık sonucu kendimi Güney Amerika’da buldum.  Orada geçirdiğim vakti de daha sonra anlatacağım elbet ancak, yolculuğum sırasında yaşadığım traji komik olayları da anlatmadan geçemedim.


Çantamı hazırlayıp Sabiha Gökçen'den İspanya aktarmalı Arjantin yolculuğuma koyuldum. Hava limanın da bilet ve pasaport işlemlerimi halledip, uçağa bindim. İlk kez yanımda tanıdığım biri olmadan hiç bilmediğim bir ülkeye gidiyor olduğumdan da çok heyecanlıydım.

Türkiye’den İspanya beş saat sürüyor.  Bu yine katlanılabilir bir süre. Uçakta kendi kendime bir şeyler okuyordum ki, arka taraftan bağırışmalar duydum. İki tane hostes tuvalet kapısının önünde bir şeylere kızıyor. Tabi meraklı bir Türk genci olarak hemen oraya gidip neler oluyor diye anlamaya çalıştım. Meğer bizim ablalar, tuvalette bir yolcunun sigara içmesine kızıyormuş."Ulan!" dedim" Ne sabırsızsınız yahu!"   Meğer adam Türk'müş! Anladı dediğimi. "Ben size demedim abi, Hosteslere dedim." dedim ama inanmadı. İçimden " Lori kızım adam ol geç yerine başına bela gelmesin."  Tam geçecektim koltuğuma, hostesler tuttu beni diyor ki söyle ona hava alanında polise vereceğiz onu. 

"Ulan ben niye diyorum sen de! " diyorum. Ama ulanı Türkçe söyledim! Onlarda "Yok çevir o bizi anlamıyor. "  diyorlar.

Haay şansıma s.çiim ya. Dedim abi böyle böyle hatunlar sana takmış polise götüreceklermiş seni. Adam da bana atarlanıyor " Naptık sanki uçağı mı yaktık? "

Allah'ım nasıl gereksiz bir olayın tam ortasınadyım ya! Diyorum bana ne yaparsanız yapın tam gideceğim hostes yine tuttu beni diyor arkadaşınıza durumu anlatın. Bir türlü arkadaşım olmadığına ikna edemedim. Çünkü değilse ne halt yemeye buraya geldin diyorlar bana. Allah'ım ya daha yola çıkmadan hapse gireceğim.

Diyorum "Abim bekleyemedin mi sen de, inince içersin işte beni de uğraştırıyorsun! " Napiim yeğenim duramıyorum" diyor. Hayır dayak yemeyeceğimi bilsem kıracağım azını da yemedi. 
Hosteslere bir şekilde durumu anlatıp yerime oturdum. Bir daha da tuvalete bile olsa gitmedim. Yeter lan her şey bana patlıyor 
Uçak aktarmalı olduğu için 7 saat mal gibi hava alanında bekledim. Gittim bir iki mağaza falan dolandım. Canım iyice sıkıldı. Uçaktan yürüttüğüm poları üstüme çeker uyurum dedim. Tam uzanmışken iki tane Arjantinli kızla tanıştım efso sevimli kızlardı ya. Ama vefasız olduğumdan artık görüşmüyoruz.  Beni Arjantinde bir gece ağırlamayı teklif etti. Dedim senin azını ısırırım. Kız bir korktu tabi benden.  Bide beş saat bunun ne anlamda söylediğimi anlatmakla uğraştım. Uçak tam 18 saat sürdü. 

Yuh yaa bileklerimi kesecektim uçakta artık. Bitmedi bir türlü. Birde uçakta verilen yemek mide mi bozdu. Allah belamı verdi resmen.  Hava alanında others kısmından kuyruğa girip beklemeye başladım. 4 yıl falan sürdü sanırım. Gişedeki memur da sevmedi beni. Uyuz uyuz bakıp bir iki soru sordu sonra iyi hadi gir bir sen kalmıştın gelmeyen der gibi pasaportumu geri verdi. 

Hava alanından çıkıp hemen sigara yaktım.  No no no diye bağırdılar bana. Allah kahretsin dedim! " What no no no!!! " diye de ben bağırdım. 20 saattir sigara içmiyorum ve Türk'üm. Deli gibi sinirliyim yani! Ülkece ne istiyorsunuz benden ulan!

Arjantin'in para birimi Pezo. Benim gittiğim yıllarda 1 $ 4 Pezo'ya denk geliyordu. Ayrıca Arjantin 90 gün vizesiz ülkeye giriş izni veriyor. 
Hava alanından otobüse binip otelimin olduğu bölgeye gittim. Otele giriş yaptıktan sonra çıkıp ortalığı bir turladım. Buenos Aries gerçekten güzel bir şehirdi. Metroya bindiğimde şehrin resmen ikiye bölündüğünü gördüm. Bir tarafı inanılmaz fakir, insanlar inşaatlarda ya da sokaklarda yaşıyor. Yalın ayak çocuklar ortalıkta koşturuyor. Bir durak sonrası bildiğin lüks. Gelir düzeyi çok dengesiz. Harita elimde sağa sola bakındım neler yapılabilir diye. Bir sonra ki akşam bir karnaval olduğunu öğrendim. Baya iyi geldi. 

Ertesi gün yine Buenos Aries sokaklarında turladıktan sonra hava kararmaya başladığında insanlarda toplanmaya başladı. Belli bir süre sonra da çeşitli müziklerle insanlar dans edip eğlenmeye başladı. Ben de onlara eşlik etmeye çalıştım. Ama benim dansım daha çok kolbastı oyununa benzedi. İnsanlarda "Ne yapıyor bu yahu!" der gibi baktılar bana zaten. Çokta umursamadım. Klasik olarak dilimin hiç bilinmediği bir ülkede olduğumdan rahat rahat Türkçe konuştum kendi kendime. Durup insanları izlerken bir anda gözüme bir adam takıldı. Herkes dans edip eğleniyordu. Evet fotoğraf ve videoda çeken vardı. Ancak bu abide farklı bir şey vardı. Bütün dikkatim onun üzerine yoğunlaştı. Tanıdık geliyor bir de. Ama kıta aşıp buraya geldim. Kiminle karşılaşabilirim ki dedim. Ama ayaklarım da istemsizce adama doğru gidiyordu. Daha sonra kameranın ekranından ne çektiğine baktım, çaktırmadan. Abimiz dans eden hatunların kalçalarına zoom yapmakla meşguldü.

İstemsizce, " Merhaba abi, sen de mi Türksün? " dedim. Adam bir an da döndü bana, uçakta ki sigara içen adam. Allah'ım ya şansa bak. Ters ters baktı bana. Sanki ben zorla içirdim sigarayı. Nedense muhabbet etmeye başladık ama etmez olaydım. İki saat susmadı adam. Kendim ettim, kendim buldum açıkçası.  Bir şekilde oradan uzaklaşıp biraz daha turladım. Deli gibi susadım ama yemin ediyorum markette satılan sular leş gibi. İçemiyor yani insan. Sigara da pahalı. Neyse ki yanımda getirdi bir karton. Markete girdim su ve çikolata almak için. Kasaya ödeme yapmaya gittim. Cüzdanım yok. Bildiğin yok. Aptal gibi kaldım kasada. Bir anda başladım ağlamaya. Ulan telefon var da o zaman şimdi ki gibi değildi yani. Belki de öyleydi de ben bilmiyordum. Paramda yok. Otele nasıl dönücem bir fikrim yok. Mecbur otostop çekicem ama şehir içi çok zor. Gece oldu bir de hiç güvenli değil. Elim de harita başladım yürümeye. Hem ağlıyorum hem de haritadan otelin yerini çözmeye çalışıyorum. Allah belamı veriyor resmen. Kesin o gıcık herif beddua etti bana diyorum içimden.
Neyse kaybola kaybola üç saat sonra oteli buldum. Receptiona durumu anlattım. Belki getirirler cüzdanını dediler. Oradaki bilgisayarı kullanarak aileme durumu anlattım. Annem on beş dakika bana kızdı. Ardından da tamam endişelenme bir şekilde hallederiz dedi. Rahatladım biraz ama yine de odama çıkıp sabaha kadar ağladım.

Devamı gelecek maalesef...






Otostop Çekerek Seyahat Edenlere Fakir Muamelesi Yapılması

Otostop giderek ülkemizde de oturmaya başlayan bir kültür olmaya başladı artık. Özellikle gençlerin tercih ettiği bu seyahat yöntemi, önceleri sadece zorunda kaldıkça başvurulan bir ulaşımdı.  Ancak insanlar bunun tadını almaya başladıkça, bunu bir tarz olarak benimseyip neredeyse bütün yolculukları otostopla gerçekleştiriyor.

Benim de son derece keyif aldığım otostop sırasında bir çok insanın başına ilginç olaylar gelmiştir. Ama bir çoğumuzun en az bir kere " fakir mi lan acaba bunlar ?" imasına maruz kalmışızdır. Hatta bir keresinde bir araca bindiğimizde şoför bize " Siz de az çakal değilsiniz he! Bedavaya gezin her yeri, oooh ne güzel " demişti. Tamam otostop yaparken genelde grand tuvalet giyinmiyoruz. Hatta bir çoğumuz sırtımızda çantamız ile uzun bir yol yürüyüp bir de uzun süre beklemişsek, biraz dış görünümüz dağılıyor haliyle. Ama bunun da oluru bu zaten. In to the wild  ( Yabana Doğru 2007 )  yani!!!

Haliyle uzun bekleyişler, yorgunluk bizleri dışarıdan biraz berduş gösteriyor. Ama bu bizim tercihimiz. Okuduğumuz üniversiteyi, işimizi ya da statümüzü geride bırakıp, gezginliğin getirdiği şartlarla yolculuğumuza devam ediyoruz. Yani otostop daha çok bedavaya getirmek için değil, gerçekten özgür hissetmek, yeni insanları tanımak ve yeni hikayeler dinlemektir.

Yolda biriktirdiğimiz anılarla, kendi hikayemizi yazmak için parmak kaldırıyoruz, parasızlıktan değil yani.


24 Aralık 2016 Cumartesi

Bir Rock Festivali Macerası Bu Part 2

Sabah olduğunda çadırları toplayıp festival alanına girmek için, arkadaşlarımızla buluşup kuyruğa girdik. Kuyruğa girdiğimiz de saat 6:30 du 12:00’de kapılar açılacak. Allahım bir kuyruk var ki. Aklım çıktı. Asla bitmiyor. Artık isyan etmeye başladık. Kapıları bir saat erken açtılar. Tam 9 saat içeri girmek için kuyrukta bekledik. Üstümde önü çapraz şeritli bir sporcu atleti vardı.
 Güneşin altında öyle bir yanmışım ki iğrenç iz oldu. Hepmizin başına güneş geçti. Artık sağlı sollu evlerden üzerimize hortumla su tuttular. Başta iyilik yapıyorlar sandık. Ama daha sonra bildiğin bizle eğlendiler. Hedef alıp su tutmaya başladılar. Sesimizi çıkarmadık ama, yoksa bildiğin öleceğiz yani ! Benim hasır bir şapkam vardı. Mert onu kaybettiği için başıma t-shirt bağladım.

Çok şükür festival alanına girdik. Ben çantamı Mert’e kitlediğim için çok yorulmadım ama yine de söyledim. Çadırlarımızı kurduk boş bulduğumuz bir yere. Çünkü görevlilerde bıkmıştı artık. Herkes kafasına göre takılıyordu çünkü.  Aksam  17:30’da konserler başlıyordu. Bir iki tanesini dinleyip uyumaya gittik.  Bir iki saat sonra benim tuvaletim geldi. Gidip tuvalet aradım. Ama yapamadım. Çünkü çok pislerdi. Ama öyle normal bir pislik değil bu. Yeni bir tanım gerekli o pisliğe. Hemen çıktım ordan. Sonra çadırın olduğu yeri kaybettim. Telefonumda şarjı yoktu.  Bir saat çadırların orda döndüm durdum. Çünkü herkes Dechatlon’dan aynı çadırı almış ucuz diye. Hepsi benim çadırım gibi geliyordu. Yanlışlıkla bir çitfin çadırna dalıp onları bastım. Ardından da gözlerimi oya oya ordan koşarak kaçtım. Neyse ki sonunda kendi çadırımı buldum. Ama hemen girmedim. Önce emin olmak istedim. Çadıra girince yarım saat ağladım. Allahım burası çok pis ben burda yapamam diye. Tam uykuya dalacakken, bu sefer sağdan soldan insanlar “ Hectooooooooooooooor! “ diye bağırmaya başladı. Hay senin Hectoruna diye bağırdım bende. Ama çadırın içinden. Yoksa ağzımı burnumu kırarlar benim. 

Sabah 6:00 gibi çadır bildiğin saunaya dönüştü. Leş gibi terlemişim resmen. Zaten saat üçte anca uyumuşum. Küfrederek çadırdan çıktım. Dedim bari duş alayım ama Aman Allahım! Bir kuyruk var ki, anca festival sonunda bana sıra gelir. Neyse dedim yapacak bir şey yok sahilde yıkanırım artık. Bizimkilerle toplanıp kahvaltı yapmaya gittik. Henüz orayı festivale gelenler keşfetmediği için tuvaletler temizdi.  Klozeti  öpmek istedim. Hiç ııyyy demeyin. Orası o kadar pis ki, klozeti yalarsınız bile!
Akşam konserler başlayana kadar hiçbir etkinlik olmadığı için, kahvaltı yaptığımız yerde takılıyorduk bizde bütün gün.  Zaten ertesi gün keşfettiler orayı mekan doldu taştı!  Mekan sahibi abla Ankara’nın Bağları’nı açtı. Biz rockçılarda onda oynadık. İyice kültür şoku yaşadık.

Cem Adrian konserinde yere bağdaş kurup uyudum.  Ara verilince de gidip bişeyler içtik. Diğer sanatçılarda deli gibi eğlendim ama. Akşamları efsane geçiyordu. Sadece çişim gelmesin diye dua edip duruyordum.  Athena sahneye 00:30’da çıktı ama bir türlü gitmedi. Birde milleti birbirine koşturup izdiham çıkadı durduk yere. Artık saat 3:00’de yorulup çadırlarımıza gittik. Onlar hala sahnedeydi. Uyuduk.  Sabah yine ter içinde uyanınca sahile gidip duş almaya karar verdim. Lanet olsun orda da kuyruk vardı! Tam bana sıra gelince bir görevli gelip “ Arkadaşım sahilde şampuanla duş almayın” dedi. Haklıydı ama artık sinirden gözüm dönmüştü. Ben de bağırdım. Adam da benden ürküp tamam ablam sen al duşunu, ne kızıyorsun dedi. Bir de agrasif oldum. Duş aldıktan sonra kendimi biraz daha iyi hissettim. Sonra bir mesaj geldi. O sıralarda görüştüğüm  çocukta festivale gelecekmiş. İyi bok yiyorsun dedim kendi kendime. Ona demedim. Sonra bir şekilde İlayda’yı kandırıp merkeze kuaför aramaya gittik. İlayda Ceylan Ertem’i çok seviyordu. Bende söz yetişicez ona dedim. Ama yetişemedik. İlyada da bana çok kızdı. Festival alanına döndüğümüzde bizimkiler bütün içkileri bitirmişler tabi. Çok gıcık oldum. Mert baya sarhoş oldu. Festivalde ki bütün kızıl saçlı kızlara aşık oldu. Sahile işerken kızıl saçlı bir kız görüp o halde kızla konuşmaya çalıştı. “ Hiişt! Kızıl!” diye bağırdı. Bizde bizi dövmesinler diye Mert’i uyuttuk. Kendi aramızda takılmaya başladık. Duman konserinde aniden uyandı. Benim de elimden tutup koşa koşa konser alanına gitti. Ben o beni koştururken düştüm. Mert bana güldü. Ben de ona kızdım.
 



Ardından karnımız acıktı. Bir şeyler yemeye karar verdik ama, herşey de olduğu gibi yemekte de kuyruk vardı.  Neyse ki birşeyler yiyebildik. Gece çadırlara gittiğimiz de canım sıkıldı. Ben de Mert’in çadırına gittim. Orda makara falan yaparken suratımı böcek ısırdı. Resmen eğitmiş hayvanları. Sonra ki günler Feriştah gibi dolandım ortalıkta.  Resmen Mike Tayson dövmesi gibi ısırmış şerefsiz. Tabii yanıma her hangi bir ilaç falan almadığımdan öyle kaldım. Benimle dalga geçip durdu Mert.


Geri dönüp baktığımda efsane eğlendiğim anlar geliyor aklıma. Her genç en azından bir kere böyle bir festivale katılmalı.  Trajikomik geçse de, güzel oluyor baya yahu!

Bir Rock Festivali Macerası Bu Part 1

Merhaba Sevgili Gezgin Arkadaşlarım,

Bu yazımda sizlerle bir rock festivaline giden kadının çantasında bulunması gereken materyallerden bahsetmek istiyorum.  Ama tabi ki konuyu dağıtıp başka şeylerden bahsedeceğim!


En son katılmış olduğum Zeytinli Rock Festivaline giderken önce nelere ihtiyacım olacağını yazıp onları kenara koydum. Gerekli dediğim şeyler anca koca bir valize sığardı. Haliyle eleme yaparak yoluma devam ettim ve 40 lt bir seyahat çantasıyla yetinmem gerektiğini anladım. Bir kadını tatile ya da yolculuğa çıkarken en çok bavul uğraştırır. Çünkü tam olarak neye ihtiyacı olduğunu kestirmesi zor oluyor. En azından benim için öyleydi. Festivale gitmeden birkaç gün önce arkadaşımla hatta şöyle bir diyaloğumuz olmuştu, aynen aktarıyorum:

L. : Ya Mert saç maşam çantama sığmadı ya!
M: Olm saç maşasını napıcan orda?!
L. : Ama saçlarımı yapmak için lazım. İhtiyacım var ona!
M: Yemin ederim gitmem bak seninle. Rock Festivaline gidiyorsun ya! Sen yıkana bilirsen şükret. Bir de maşa diyor. Kapat ya telefonu!
L. :  Ne dedim ki ben şimdi?
Gerçekten o an neden bu kadar kızdı bana anlamadım. Ama saç maşamı koymamın benim için daha sağlıklı olacağını düşünüp koymadım.  Ama bir ton t- shirt, şort, elbiseler, birkaç çift ayakkabı, makyaj malzemelerim, kişisel bakım ürünlerim ve daha bir çok ıvır zıvır koyup çantamın fermuarını kapattım. Çadırımı ve matımı da çantama sabitledim. Voliâ! Festivale hazırım.

Arkadaşımla festival için yola koyulduk. Buluştuğumuz gibi çantamda maşanın olup olmadığını sordu. Varsa benle gelmeyecekmiş. Rezil olurmuş. Sonra bir baktım o küçük bir sırt çantası almış yanına sadece. Bir de çadırı var. Zaten çantanın içi daha çok alkol dolu. ( Hoş onları da ben yokken diğerleri ile içti. Çünkü ben o sırada yana yakıla kuaför arıyodum. L ). Neyse  benim ufacık bir dikkatsizliğimden dolayı bir gün erken festival alanında olmak zorunda kaldık. Çünkü bir önce ki sene olduğu gibi açılış partisi gibi bir şey olacağından adım gibi emindim. Ama yokmuş. Mert bana çok kızdı.  Zaten yol boyunca hep uyudu.  Uyandığı zamanlarda da bana kızmaya devam etti. Festivalin yapıldığı şehre geldik. Otogardan direkt festival alanına minibüsler var. Yani bulamamak gibi durum yok.  
Festival alanına vardığımızda erken geldiğimiz için bizi içeri almadılar. Gidin sahile kurun çadırınızı dediler. Mert biraz daha kızdı bana. Sahile gidip çadırlarımızı kurduk. Neyse ki bizim gibi bir gün önceden gelen bir sahil dolusu insan vardı da, bana söylenmedi. Akşam olduğunda hava bir soğudu. Aman Allah'ım! Resmen donuyorum. Çünkü yanıma uzun kollu tek bir şey bile almadım. Uyuz Mert üşümüyordu. Yanına maşallah kışlık bir gömlek almış. Bildiğin kaban. Dedim benim bu gömleğe çökmem gerek. Ama saç maşası mevzusundan bana gıcık. Bir de beni takma kirpik takarken yakaladı. İyice delirdi. Tam yarım saat söyledi bana. Hayatta vermez artık o gömleği bana.
“ Don soğuktan! Allah'ım takma kirpik takıyor ya!  Vermeyeceğim gömleği ! “ dedi. Bende sinirlendim. “Ne yapayım ya çantamda yer kalmadı. Sanki bilerek almadım!” gibi saçma sapan bir cümle kurdum. Ama ilerleyen saatlerde kıyamadı bana. Verdi gömleği. Bütün festival akşam olduğunda ben giydim gömleği. O da üşümemek için gidip poga falan yaptı insanlarla. Bacağı yaralandı. Sonra gelip yine kızdı.  

İlk gece saat daha 11 olmadan ben uyuyacağım diyip çadırına girip uyudu. Ben de tek kaldım. Gidip bir iki insanla tanışayım dedim.  Şarkı falan söyleyen bir iki grup vardı. Baktım Akdeniz Akşamları çalacak gibiler. Ben de gittim çadırıma uyumaya. Bir on beş dakika sonra Mert’in çadırından “ Ahhhh!!” diye bir ses geldi. Dedim “ Aha pis herif. Beni erkenden uyutup çadıra kız attı!” Çadırdan kafamı bir çıkardım ki sarhoş bir çocuk Mert’in çadırına düşmüş. Gülmekten uyuyamadım. O da uyuyana kadar küfretti. Ardından gece 3,30’da telefonum çaldı.
Baktım Mert beni arıyor. Uyumamış hayvan, gidip insanlarla makara yapmış.  Sonra çok sıkılmış. Aklına da beni arayıp uyandırmak gelmiş. Dedim “ Mert çok uykum  var. Kalkmıycam. “ O da “ Ama çiğ köfte aldım bak” dedi. Uyuz hep açıklarımdan yararlanıyor. Kalkıp yanına gittim. Çiğ köfteyi yeyip, sahilde on beş dakika falan oturduk. Benim uykum geldi, yatıcam ben dedi. Çadıra gitti. Ben de mal gibi sabaha kadar ayakta kaldım...